FUZULÎ: 1480'de Kerbela'da doğduğu ve 1556'da yine Kerbela'da öldüğü sanılır. Temelini bireysel duygu ve sevgide bulan bir şiir anlayışını geliştirmiştir. Gerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır. Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan'ının girişinde açıklar. Ama "işe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sözcüğünün başka bir anlamı da "erdem"dir. Onun bu iki karşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır. Şii mezhebindendir. Fuzûlî'nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî'yi anımsatan özellikler taşır. Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir "inanç ulusu" olarak benimsenmiş, saygı görmüştür
BEYİT
Eğer derse Fuzûlî ki “güzellerde vefâ var”
Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır
BAKÎ: 1526 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mahmud Abdülbaki'dir. Çıraklık yaptı. Güçlü okuma isteği sonucu medrese öğrenimini tamamladı. Zamanının ünlü şair ve bilim adamlarıyla görüştü. Onlardan dersler aldı. Zâtî'nin dikkatini çekti. 18-19 yaşlarında iken artık ünlü bir şair olmuştu. Medrese öğrenimini bitirdikten sonra İstanbul medreselerinde müderrrislik yapmaya başladı. Ardından kadı oldu. Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde bulundu. Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet döneminde muhteşem bir şiirin şairiydi. Sultanü'ş-Şu'ârâ (Şairlerin Sultanı) olarak anıldı.1600 yılında öldü. Çeşitli çevirilerinin yanısına bir divanı var.
TERKÎB-İ BEND'DEN
Mersiye-i Hazret-i Süleymân Hân
aleyhi'r-rahmetü ve'l-gufrân
(Birinci bend)
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng
An ol günü ki âhir olub nev-bahâr-ı ömr
Berg-i hazana dönse gerek ruy-ı lale-reng
Âhir mekânının olsa gerek cür'a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı ayşa seng
İnsân odur ki âyine veş kalbi sâf ola
Sînende n'eyler âdem isen kîne-i peleng
İbret gözünde niceye dek gaflet uyhusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-çeng
Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng
Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engerüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng
Yüz yire kodu lûtf ile gül-berg-i ter gibi
Sanduka saldı hâzin-i devrân güher gibi
ŞEYH GÂLİB: Asıl adı Mehmet. 1758'de İstanbul'da doğdu. Önceleri Hoca Neşet'in kendisine verdiği Es'ad mahlasıyla şiirler yazdı. Sonradan Galib mahlasını aldı. Bir süre Konya'ya gidip Mevlana Dergahı'nda çile çekti. İstanbul'a döndü ve çilesini Yenikapı Mevlevihanesi'nde tamamladı. Dönemin Padişahı III. Selim, Valide Sultan Mihrişah'ın takdirlerini kazandı. Galata Mevlevihanesi'nin 22'nci şeyhi oldu. Annesi ve çok sevdiği şair Esrar Dede'nin ölümünden sonra fazla yaşamadı. 4 Ocak 1799'da öldü. Babası kendisinden 3 yıl kadar sonra öldü. Şiir dili oldukça ağır ve yabancı kelimeler, tamlamalarla doludur. En ünlü eseri, 26 yaşında başlayıp 6 ayda bitirdiği Hüsn ü Aşk aldı mesnevisidir. Hece vezniyle yazılmış bir şiiri de vardır.
HÜSN Ü AŞK'TAN
(Resîden-i Sühân)
Ol demde Sühân huzûra geldi
Kün emri gibi zuhûra geldi
Gördük de o pîri Aşk-ı çâlâk
Giryân olup etdi sînesin çâk
Hüsn'ü anıp etdi âh ü feryâd
Hem kıldı bu şi'r-i pâki inşâd
ESRÂR DEDE: Tam adı Mehmet Esrar Dede. İstanbul'da doğdu, ancak doğum tarihi bilinmiyor. 1979'da yine İstanbul'da öldü. Mevlevi şairlerinin yaşamöykülerini anlatan tezkireleriyle tanınır. Arapça ve Farsça'nın yanısıra Latince ve İtalyanca da öğrendi. Galata Mevlevihanesi'nde Şeyh Galib'in müridi oldu. Kazancı dedeliğine kadar yükseldi. Şiirlerinde arı bir dil kullandı. En ünlü eseri, Esrâr Dede Tezkiresi olarak da bilinen Tezkire-i Şuara-yı Mevleviye'dir. Ölümünden sonra şiirleri Divan-ı Belağat-unvân-ı Esrâr Dede Efendi adıyla 1841'de yayımlandı.
GAZEL
Azm-i sefer ettin dil-i nâçârı unutma
Gittin güzel ammâ bu dil-efkârı unutma
Gâhîce uyandıkça şebistân-i safâda
Şol gice olan sohbet-i hemvârı unutma
Vardıkça şeker-hâba girip bister-i nâza
Ne zehr içer dîde-i bîdârı unutma
Ben sabr edeyim derd ü gam-i hecrine ammâ
Sen de güzelim ettiğin ikrârı unutma
Ağlatmayacaktın yola baktırmayacaktın
Ol va’de-i tekrâr-be-tekrârı unutma
Yok tâkati hicrânına lûtf eyle efendim
Dil-haste-i aşkın olan Esrârı unutma
NEF'Î: Erzurum-Hasankale'de (Pasinler) doğdu. Asıl adı Ömer'dir. Doğum tarihi konusunda kesin bilgi yok. Ama 1572 ya da 1582 olarak kabul edilir. İyi bir öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. İstanbul'a geldi. Nef'î mahlasını kendisine yakın dostu Müverrih Ali'nin verdiği söylenir. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Hicivleri nedeniyle hiçbirinde tutunamadı. Nef'î, Divan Edebiyatı'nda hicvin en büyük şairidir. Kaside denince de önce Nef'î akla gelir. Sağlam bir tekniği, ağır bir dili, cesur bir söyleyişi vardır. Sihâm-ı Kaza adlı hicivlerini okuyan IV. Murad, bir daha hiciv yazmamasını istedi, bu konuda kendisinden söz aldı. Şair, verdiği sözü tutamadı. Kimi kayhaklara göre Padişah IV. Murat, kimi kaynaklara göre de Vezir Bayram Paşa, hicviyeleri nedeniyle, Nef'î'yi 1635 yılında öldürttü. Türkçe Dîvân, 210 şiirden oluşan Farsça Dîvân ve hicviyelerini topladığı Siham-ı Kaza adlı eserleri vardır. Türkçe divan'da gazellerin yanısıra 15 rubaisi de yer alır. Ünlü baharriye'sini ise Bakî'ye nazire olarak yazdığı söylenir.
Derdim nice bir sînede pinhân ederim ben
Bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben
Hiç yorum yok: